Tevbelerinin Kabulü Ayetle Bildirildi!
- dikenüstünde
- Süper Yetkili
- Mesajlar: 2285
- Kayıt: 14 Eyl 2007 [ 07:06 ]
Tevbelerinin Kabulü Ayetle Bildirildi!
Kâ'b bin Malik radiyallahu anh'dan:
"Tebuk harbi hariç, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in çıktığı savaşların hiçbirinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbinde de bulunmadım. Ancak ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Bedir'de bulunmayanların hiçbirini kınamadı. Zira o, (savaşmak için değil) Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet ALLAH onlarla
düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.
İslâm üzere andlaştığımızda Akabe gecesinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşını Akabe biatmdan çok anmakta ise de ben akabe'de hazır bulunmayı, Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, Tebuk'da bulunmamamın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım.
Çünkü ben iki deveyi ancak o harpte bir araya getirebildim. ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.
Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manâsıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslümanlar ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafında bayağı bir kalabalık ordu haline gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hakkında bir vahiy iner korkusuyla kimse o harbe katılmamazhk edemedi. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin çoğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müslü-manlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum; fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.
İçimden 'Ben de bu harbe istersem katılabilirim' diyordum. Fakat bir türlü karar vere-miyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem yanındaki müslüman-larla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.
O hal içinde düşünüp dururken, ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde-
kilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek istedim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebüsey-dim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve müyesser olmadı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kimselerle durmanın, onları görmenin cidden beni üzeceğini anladım.
Öte yandan ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk'e varıncaya kadar beni anmamış.
Tebuk'ta halkın arasında otururken, demiş ki; 'Hani Kâ'b bin Mâlik nerede? Neden katıl-tnadı?' Selemeoğullanndan bir adam şöyle demiş: 'Ey ALLAH'ın Resulü! Onu galiba iki hırkası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur.'
Ona Muâz bin Cebel şöyle müdahale etmiş: 'Ne kötü konuştun! Ey ALLAH'ın Resulü! Vallahi biz o adamı iyi bir insan olarak tanıyoruz.' Bunun üzerine ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût buyurmuş. ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona: 'Galiba sen Ebû Hay-seme'sin' buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa' hurmayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Te-buk'ten dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.
Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Fakat ne yaparsam onun elinden kurtulamayacağımı, yalanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.
Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in geldiğini haber aldım. O sallallahu aleyhi ve sellem, seferinden döndüğü zaman önce Mescid'e girip iki rek'at namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim
bu defada öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanla!' gelip binbir yeminle ondan Özür dilemeğe başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için ALLAH'tan bağışlanma diledi. İçyüzlerini de ALLAH'a havale etti. Ben gelip selâm verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra "Gel yanıma!" dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum. Sordu:
'Neden geride kaldın? Sen (Akabe'de) biat etmek suretiyle itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?' Cevap verdim:
'Ey ALLAH'ın Resulü! Eğer ben senden başkasmın önünde otursaydım, bin bir yalan uydurarak ve yemin ederek suçumdan kurtulurdum. Kendi kendimle çok mücadele verdim. Lâkin anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka ALLAH sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Doğrusunu söylersem, bu defa bana darılıp güceneceksin. Onun için ALLAH'ın affını dilerim, bugün be-
yan edecek makul bir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumum çok iyi idi, hatla ondan önce durumum o kadar iyi değildi. Fakat o gün imkânlanm ve hâli vaktim gayet yerindeydi.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'İşte bu, doğru söyledi. Haydi kalk, ALLAH hakkında hüküm verinceye dek bekle!'
Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki: 'Vallahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin?
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in senin için istiğfarda bulunması günahının affma yeterdi.'
Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki ner-deyse geri dönüp ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e yalan söyleyecektim. Sonra onlara şöyle dedim:
'Benim gibi harbe katılmayan kimse oldu mu?'
'Evet; iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylendi.'
'Peki kimdir onlar?'
'Mürâre bin er-Rebî' ile Hilâl bin Ümeyye el-VâkıfP deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler. Onlar örnek insanlardı. Onların isimlerini duyunca geri dönüp Özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem kendisiyle savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güler yüz görmedik, yeryüzü bana dar gelmeye başladı, nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kaldık. Ama o iki arkadaşım evden dışarı çıkma-dılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onların en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkıyor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lâkin kimse benimle konuşmuyordu.
Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e varıp selâm veriyordum. İçimden: 'Selâmımı alarak dudaklarım kıpırdatacak mı?' diyordum.
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in yakınında namaz kılıyordum, bana bakıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum; namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyordu. İnsanların ve ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katâde'nin bostanına girip selâm verdim, (selâmımı) almadı. Ona şöyle dedim:
'Ey Ebû Katâde! ALLAH aşkına söyle, Allah'ı ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i sevdiğimi biliyorsun değil mi?' dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim,
gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu defa şöyle dedi: 'ALLAH ve Resulü bilir.' Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp duvarı tırmanarak dışarıya çıktım.
(Bir gün) Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine'ye bir yiyecek satmaya gelmiş Şam ahalisinden bir Nabatî adam:
'Bana Ka'b bin Mâlik'i gösterecek kimse yok mudur?' diye seslenmiş, halk da beni göstermiş; adam gelip bana Gassan kralından bir mektup getirip verdi.
Okur yazardım. Açıp mektubu okudum, meklub aynen şöyleydi:
'Duyduğuma göre arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.' Bunu duyunca dert ve belâm bir kat daha arttı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Aradan tam kırkgün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in gönderdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor.' Dedim ki: 'Boşayayım mı? Ne yapayım!' 'Boşama, sadece ondan uzak dur!' dedi. O İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.
Bunun üzerine hanımıma: 'Haydi babanın evine git, ALLAH bu hususta hükmünü verinceye kadar orada kal!' dedim.
Derken Hilâl'in karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellenı'e gelip dedi ki: 'Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?'
'Hayır, lâkin sana yaklaşmasın' buyurdu.
'Vallahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde. Vallahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.' Ailemden biri bana dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi
ve sellem'den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isleyebilirsin. Zira Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hilâl'İn hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiştir.' Ben de şöyle dedim: 'Bu hususta ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den izin îs-leyemcm, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem; sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm.'
On gün daha aradan geçti; böylece bize konuşma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.
ALLAH'ın da hakkımızda zikrettiği gibi (Tevbe, 117-119) yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela' dağı üzerine birinin çıkmış şöyle dediğini duydum: 'Ey Kâ'b bin Mâlik, müjde!'
Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sıkıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım. ALLAH Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığında, Allalı'm bizi affettiğini halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde vermek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bana Eslem'li birisi atını dörtnal koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bîr sesle 'Müjde ey Kâ'b bin Mâlik!' diye bağıran bir adam gelmiş.
Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, sevinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Kendim başka bir yerden ödünç elbise alıp giydim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ziyaret etmek amacıyla yola koyuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıladılar. Hepsi beni kutladı, 'Ne mutlu sana Allah senin tevbeni kabul edip yaılığadı' dediler. Nihayet Mescid'e girdik. Baktım ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafını halk çevirmiş. Hemen Talha bin Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle musafaha edip, beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse (benim için) ayağa
kalkmadı. —Kâ'b, Talha'nın bu inceliğini hiç unutmazdı—
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e selâm verdiğimde yüzü sevinçten panldıyordu. Şöyle buyurdu: 'Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir haberi sana müjdeliyorum.' Dedim ki:
'Bu ALLAH'tan mı, yoksa senden mi ey Allah'ın Resulü?'
'ALLAH'tan' dedi.
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir şeye sevindiği zaman, mübarek yüzü Ay parçası gibi parıldardı. Biz (sevincini) bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:
'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH'ın beni bağışlamasından ötürü tüm malımı ALLAH yolunda bağışlayayım mı?'
'Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur' buyurdu.
Dedim kî: 'Öyleyse Hayber'de elde ettiğim malımı tutayım.' Sonra şöyle dedim: 'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH benî doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum müddetçe doğruluktan ayrılmayacağıma ALLAH'a söz veriyorum. Doğru sözlerinden dolayı ALLAH'ın hiç kimseyi benim kadar (doğru konuştuğum için) ödüllendirdiğini bilmiyorum. Vallahi Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e söylediğim günden bu yana hiçbir yalana tevessül etmedim. Çok ve ama çok mutluyum. Bugünden sonra da ALLAH'ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.'
Bunun üzerine ALLAH şu âyetleri inzal buyurdu:
"Andolsun ALLAH, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.
Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece ALLAH’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz ALLAH, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.
Ey iman edenler, ALLAH'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun."(Tevbe, 117-119)
ALLAH'ın beni İslâm'a hidayet ettiği günden beri bu kadar büyük bir nimete ve mutluluğa nail olmamıştım. Hele ALLAH Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e karşı doğru davranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onların âkibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim; zira ALLAH onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
'Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için ALLAH'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile Allah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz,' (Tevbe, 95-96)
İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde ALLAH Resulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik; ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi ALLAH'a havale etti. ALLAH'ın hükmüne bıraktı. ALLAH da 'geri kalmış üç kişi' kavl-i şerifinde belirtildiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalmamızdan söz etmedi. Buna karşılık Peygamberimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri ertelemesi ve ALLAH'ın hükmünü hakkımızda beklemesinden söz etti."
-Diğer rivayet:
"Benim en önem verip kaygılandığım şey; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den önce Ölüp de onun benim namazımı kılmaması ya da, ALLAH Resulü sailallahu aleyhi ve sel-lem'in ben böyle perişan halimdeyken ölmesi. Çünkü şu anda benimle hiç kimse ne konu-
şuyor, ne selâm veriyor ve ne de bana kimse dua ediyor.
Ben böyle düşünüp dururken, gecenin ancak üçte biri kaldığı zaman, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, benim işimle ilgilenen çok iyi bir kadın olan Ümmü Seleme 'nin ya-nındayken ALLAH levbemizi kabul edip bizi affettiğine dair âyeti indirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: 'Kâ'b affedildi.' Ümmü Seleme dedi ki: 'Hemen ona haber salıp müjde vereyim mi?' Şöyle buyurdu:
'Şimdi bunu yaparsan, insanlar başına üşüşür, sizi rahat bırakmaz ve gecenin kalan kısmındaki uykunuzdan olursunuz'."
-Diğer rivayet:
"Kâ'b, yahut Ebû Lübâbe ya da ALLAH'ın dilediği (başka) kimse şöyle dedi:
'Benim tevbem ancak, günah işlediğim kavmimin yurdunu terk etmem, yahut da tüm malımı sadaka olarak dağıtmamdır' (dediğimde) şöyle buyurdu:
'Malının üçte birini sadaka olarak dağıtman sana yeter'."
[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]
"Tebuk harbi hariç, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in çıktığı savaşların hiçbirinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbinde de bulunmadım. Ancak ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Bedir'de bulunmayanların hiçbirini kınamadı. Zira o, (savaşmak için değil) Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet ALLAH onlarla
düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.
İslâm üzere andlaştığımızda Akabe gecesinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşını Akabe biatmdan çok anmakta ise de ben akabe'de hazır bulunmayı, Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, Tebuk'da bulunmamamın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım.
Çünkü ben iki deveyi ancak o harpte bir araya getirebildim. ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.
Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manâsıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslümanlar ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafında bayağı bir kalabalık ordu haline gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hakkında bir vahiy iner korkusuyla kimse o harbe katılmamazhk edemedi. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin çoğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müslü-manlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum; fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.
İçimden 'Ben de bu harbe istersem katılabilirim' diyordum. Fakat bir türlü karar vere-miyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem yanındaki müslüman-larla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.
O hal içinde düşünüp dururken, ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde-
kilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek istedim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebüsey-dim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve müyesser olmadı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kimselerle durmanın, onları görmenin cidden beni üzeceğini anladım.
Öte yandan ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk'e varıncaya kadar beni anmamış.
Tebuk'ta halkın arasında otururken, demiş ki; 'Hani Kâ'b bin Mâlik nerede? Neden katıl-tnadı?' Selemeoğullanndan bir adam şöyle demiş: 'Ey ALLAH'ın Resulü! Onu galiba iki hırkası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur.'
Ona Muâz bin Cebel şöyle müdahale etmiş: 'Ne kötü konuştun! Ey ALLAH'ın Resulü! Vallahi biz o adamı iyi bir insan olarak tanıyoruz.' Bunun üzerine ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût buyurmuş. ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona: 'Galiba sen Ebû Hay-seme'sin' buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa' hurmayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Te-buk'ten dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.
Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Fakat ne yaparsam onun elinden kurtulamayacağımı, yalanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.
Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in geldiğini haber aldım. O sallallahu aleyhi ve sellem, seferinden döndüğü zaman önce Mescid'e girip iki rek'at namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim
bu defada öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanla!' gelip binbir yeminle ondan Özür dilemeğe başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için ALLAH'tan bağışlanma diledi. İçyüzlerini de ALLAH'a havale etti. Ben gelip selâm verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra "Gel yanıma!" dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum. Sordu:
'Neden geride kaldın? Sen (Akabe'de) biat etmek suretiyle itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?' Cevap verdim:
'Ey ALLAH'ın Resulü! Eğer ben senden başkasmın önünde otursaydım, bin bir yalan uydurarak ve yemin ederek suçumdan kurtulurdum. Kendi kendimle çok mücadele verdim. Lâkin anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka ALLAH sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Doğrusunu söylersem, bu defa bana darılıp güceneceksin. Onun için ALLAH'ın affını dilerim, bugün be-
yan edecek makul bir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumum çok iyi idi, hatla ondan önce durumum o kadar iyi değildi. Fakat o gün imkânlanm ve hâli vaktim gayet yerindeydi.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'İşte bu, doğru söyledi. Haydi kalk, ALLAH hakkında hüküm verinceye dek bekle!'
Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki: 'Vallahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin?
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in senin için istiğfarda bulunması günahının affma yeterdi.'
Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki ner-deyse geri dönüp ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e yalan söyleyecektim. Sonra onlara şöyle dedim:
'Benim gibi harbe katılmayan kimse oldu mu?'
'Evet; iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylendi.'
'Peki kimdir onlar?'
'Mürâre bin er-Rebî' ile Hilâl bin Ümeyye el-VâkıfP deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler. Onlar örnek insanlardı. Onların isimlerini duyunca geri dönüp Özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem kendisiyle savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güler yüz görmedik, yeryüzü bana dar gelmeye başladı, nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kaldık. Ama o iki arkadaşım evden dışarı çıkma-dılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onların en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkıyor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lâkin kimse benimle konuşmuyordu.
Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e varıp selâm veriyordum. İçimden: 'Selâmımı alarak dudaklarım kıpırdatacak mı?' diyordum.
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in yakınında namaz kılıyordum, bana bakıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum; namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyordu. İnsanların ve ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katâde'nin bostanına girip selâm verdim, (selâmımı) almadı. Ona şöyle dedim:
'Ey Ebû Katâde! ALLAH aşkına söyle, Allah'ı ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i sevdiğimi biliyorsun değil mi?' dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim,
gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu defa şöyle dedi: 'ALLAH ve Resulü bilir.' Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp duvarı tırmanarak dışarıya çıktım.
(Bir gün) Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine'ye bir yiyecek satmaya gelmiş Şam ahalisinden bir Nabatî adam:
'Bana Ka'b bin Mâlik'i gösterecek kimse yok mudur?' diye seslenmiş, halk da beni göstermiş; adam gelip bana Gassan kralından bir mektup getirip verdi.
Okur yazardım. Açıp mektubu okudum, meklub aynen şöyleydi:
'Duyduğuma göre arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.' Bunu duyunca dert ve belâm bir kat daha arttı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Aradan tam kırkgün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in gönderdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor.' Dedim ki: 'Boşayayım mı? Ne yapayım!' 'Boşama, sadece ondan uzak dur!' dedi. O İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.
Bunun üzerine hanımıma: 'Haydi babanın evine git, ALLAH bu hususta hükmünü verinceye kadar orada kal!' dedim.
Derken Hilâl'in karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellenı'e gelip dedi ki: 'Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?'
'Hayır, lâkin sana yaklaşmasın' buyurdu.
'Vallahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde. Vallahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.' Ailemden biri bana dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi
ve sellem'den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isleyebilirsin. Zira Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hilâl'İn hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiştir.' Ben de şöyle dedim: 'Bu hususta ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den izin îs-leyemcm, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem; sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm.'
On gün daha aradan geçti; böylece bize konuşma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.
ALLAH'ın da hakkımızda zikrettiği gibi (Tevbe, 117-119) yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela' dağı üzerine birinin çıkmış şöyle dediğini duydum: 'Ey Kâ'b bin Mâlik, müjde!'
Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sıkıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım. ALLAH Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığında, Allalı'm bizi affettiğini halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde vermek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bana Eslem'li birisi atını dörtnal koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bîr sesle 'Müjde ey Kâ'b bin Mâlik!' diye bağıran bir adam gelmiş.
Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, sevinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Kendim başka bir yerden ödünç elbise alıp giydim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ziyaret etmek amacıyla yola koyuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıladılar. Hepsi beni kutladı, 'Ne mutlu sana Allah senin tevbeni kabul edip yaılığadı' dediler. Nihayet Mescid'e girdik. Baktım ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafını halk çevirmiş. Hemen Talha bin Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle musafaha edip, beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse (benim için) ayağa
kalkmadı. —Kâ'b, Talha'nın bu inceliğini hiç unutmazdı—
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e selâm verdiğimde yüzü sevinçten panldıyordu. Şöyle buyurdu: 'Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir haberi sana müjdeliyorum.' Dedim ki:
'Bu ALLAH'tan mı, yoksa senden mi ey Allah'ın Resulü?'
'ALLAH'tan' dedi.
ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir şeye sevindiği zaman, mübarek yüzü Ay parçası gibi parıldardı. Biz (sevincini) bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:
'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH'ın beni bağışlamasından ötürü tüm malımı ALLAH yolunda bağışlayayım mı?'
'Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur' buyurdu.
Dedim kî: 'Öyleyse Hayber'de elde ettiğim malımı tutayım.' Sonra şöyle dedim: 'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH benî doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum müddetçe doğruluktan ayrılmayacağıma ALLAH'a söz veriyorum. Doğru sözlerinden dolayı ALLAH'ın hiç kimseyi benim kadar (doğru konuştuğum için) ödüllendirdiğini bilmiyorum. Vallahi Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e söylediğim günden bu yana hiçbir yalana tevessül etmedim. Çok ve ama çok mutluyum. Bugünden sonra da ALLAH'ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.'
Bunun üzerine ALLAH şu âyetleri inzal buyurdu:
"Andolsun ALLAH, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.
Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece ALLAH’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz ALLAH, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.
Ey iman edenler, ALLAH'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun."(Tevbe, 117-119)
ALLAH'ın beni İslâm'a hidayet ettiği günden beri bu kadar büyük bir nimete ve mutluluğa nail olmamıştım. Hele ALLAH Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e karşı doğru davranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onların âkibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim; zira ALLAH onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
'Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için ALLAH'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile Allah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz,' (Tevbe, 95-96)
İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde ALLAH Resulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik; ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi ALLAH'a havale etti. ALLAH'ın hükmüne bıraktı. ALLAH da 'geri kalmış üç kişi' kavl-i şerifinde belirtildiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalmamızdan söz etmedi. Buna karşılık Peygamberimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri ertelemesi ve ALLAH'ın hükmünü hakkımızda beklemesinden söz etti."
-Diğer rivayet:
"Benim en önem verip kaygılandığım şey; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den önce Ölüp de onun benim namazımı kılmaması ya da, ALLAH Resulü sailallahu aleyhi ve sel-lem'in ben böyle perişan halimdeyken ölmesi. Çünkü şu anda benimle hiç kimse ne konu-
şuyor, ne selâm veriyor ve ne de bana kimse dua ediyor.
Ben böyle düşünüp dururken, gecenin ancak üçte biri kaldığı zaman, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, benim işimle ilgilenen çok iyi bir kadın olan Ümmü Seleme 'nin ya-nındayken ALLAH levbemizi kabul edip bizi affettiğine dair âyeti indirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: 'Kâ'b affedildi.' Ümmü Seleme dedi ki: 'Hemen ona haber salıp müjde vereyim mi?' Şöyle buyurdu:
'Şimdi bunu yaparsan, insanlar başına üşüşür, sizi rahat bırakmaz ve gecenin kalan kısmındaki uykunuzdan olursunuz'."
-Diğer rivayet:
"Kâ'b, yahut Ebû Lübâbe ya da ALLAH'ın dilediği (başka) kimse şöyle dedi:
'Benim tevbem ancak, günah işlediğim kavmimin yurdunu terk etmem, yahut da tüm malımı sadaka olarak dağıtmamdır' (dediğimde) şöyle buyurdu:
'Malının üçte birini sadaka olarak dağıtman sana yeter'."
[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]